Mirastan Mal Kaçırma Davası (Muris Muvazaası Davası) Nedir ?

Muris muvazaası davası, halk arasındaki deyimiyle mirastan mal kaçırma davasıdır. Muris, sağlığında bedelsiz şekilde mirasçılarına yaptığı kazanımlar yapabilmektedir.. Bu haksız kazanımların iptali amacıyla diğer mirasçılar tarafından dava açılabilecektir. Bu yazımızda, muris muvazaası, diğer bir deyişle mirastan mal kaçırma hallerinde neler yapılabileceğini irdeleyeceğiz. Davanın ayrıntıları nelerdir, bu hususlara değineceğiz. Mirastan mal kaçırma davası, özellikle Fethiye bölgesinde sıkça karşılaşılan bir dava türü olup, Fethiye miras avukatı bu davalarda müvekkillerini temsil etmektedir.

Muvazaa Nedir ?

Muvazaa, hukuki işlem yapan tarafların, gerçek iradelerini gizleyerek, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, dışarıdan geçerli görünen bir hukuki işlem yapması anlamına gelmektedir. Ancak, hukuki ilişkinin dışarıdan görünen yüzü aslında geçersizdir. Taraflar hukuki ilişkideki gerçek isteklerini gizlemektedirler. Örneğin, miras bırakan kişi, mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla tüm malvarlığını bir mirasçısına satış göstererek devredebilecektir. Fakat gerçekte bu bir bağıştır ve gerçek bir satış ilişkisi mevcut değildir. Şeklen bakıldığında ise bu işlem bir satış işlemi olarak görünmektedir.

Muris Muvazaası Nedir ?

Muvazaada aslında iki farklı işlem vardır. Görünüşteki işlem ve gerçek işlem. Muris muvazaasında mirasbırakan, ölümünden önce yaptığı birtakım tasarruf işlemleriyle bazı mirasçılarına fazla kazandırmalarda bulunmakta, bir kısım mirasçılarını malvarlığı bakımından kayırmaktadır. Muris muvazaasında görünüşteki işlem genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi olup, gerçek işlem ise bağışlamadır.

Yani miras bırakan veya diğer adıyla muris, bazı mirasçılarını miras hakkından mahrum bırakmak amacıyla görünüşte satış görünen, gerçekte ise bağışlama olan hukuki işlemler yapmaktadır. Miras bırakan bir kısım mirasçılarından mal kaçırmak ve başkalarına bağışlamak istediği taşınmazları resmiyette satmış gibi göstererek ölümünden sonra mirasçıların dava açmasını önlemeyi amaçlar.

Muris muvazaası, genel çerçevesi Yargıtay kararları ile tespit edilmiş bir dava çeşididir. Yüksek yargı içtihatlarında muris muvazaasının bazı unsurları belirlenmiştir. Muris muvazaasında ”görünüşteki işlem” , ”gizli sözleşme”, ”mirasçıları aldatma amacı” ve ”muvazaa anlaşması” unsurları mevcut olmalıdır.

Muris Muvazaası Sebebiyle Tapu İptal ve Tescil Davası

Mirastan mal kaçırma, diğer bir deyişle muris muvazaası sebebiyle açılacak olan dava, aslında bir tapu iptal ve tescil davası olacaktır. Davacı kişi mahkemeden, murisin mal kaçırmak amacıyla gerçek iradesini gizlemek suretiyle görünüşte geçersiz bir işlem yaptığını, bu işlemin iptal edilmesini ve dava konusu taşınmaz malın miras payı oranında kendi adına tescil edilmesini talep eder.

Hangi Mallar İçin Muris Muvazaası Davası Açılabilir ?

Muris muvazaasına konu edilebilecek miras malları yalnızca tapu siciline kayıtlı olan taşınmaz mallar olabilecektir. Menkul, diğer bir deyişle taşınır mallar muris muvazaası davasına konu edilemez. Zira bu davaların şartlarının belirlendiği Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun 1974/1 E. 1974/2 K. sayılı kararında açık bir şekilde ”murisin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazlara ilişkin işlem iradesini tapu sicil memuru önünde satış gibi göstermesi” olarak tanımlanmıştır.

Mirastan Mal Kaçırma Sebebiyle Kimler Dava Açabilir ?

Saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen her bir mirasçı bu davayı açabilecektir.

Muris Muvazaası Sebebiyle Tapu İptal ve Tescil Davası Hangi Mahkemede Açılır ?

Mirastan mal kaçırma sebebiyle tapu iptal ve tescil davaları, davaya konu edilecek taşınmazların bulunduğu yerdeki asliye hukuk mahkemesinde açılacaktır.

Muris muvazaası davalarının genel hatlarının çizildiği asıl içtihat Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun 1974/1 E. 1974/2 K. sayılı kararıdır. Karar metni şu şekildedir :

YARGITAY Büyük Genel Kurul Esas: 1974/ 1 Karar: 1974 / 2 Karar T. 01.04.1974

ÖZET:Bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.

(743 S. K. m. 5, 499, 500, 507, 508, 603, 690) (818 S. K. m. 18) (1730 S. K. m. 18, 19, 20) (2004 S. K. m. 277) (YİBK. 27.03.1957 T. 1956/12 E. 1957/2 K.) (YİBK. 07.10.1953 T. 1953/8 E. 1953/7 K.)

Dava: Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla; tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malını, gerçekte bağışlamak istediği halde, Tapu Sicil Memuru önünde iradesini satış biçiminde açıkladığının gerçekleşmiş olması durumunda, saklı pay sahibi olan mirasçıların, tenkis ya da mirasta iade davası açmak haklarını kullanmayıp Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaa nedeniyle tapu kaydının iptalini isteyebilip isteyemeyecekleri ve saklı pay sahibi olmayan mirasçıların da aynı davayı açmak yetkisine sahip olup olmadıkları ve miras bırakanın bu davranışının Medeni Kanunun 603. maddesinin 2. fıkrası gereğince o taşınmazı iade etmekten ayrık tutmuş bulunduğu anlamına gelip gelmediği konusunda Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin 22.12.1964 gün 6411 esas ve 6298 karar sayılı ve 1.10.1973 gün 528 esas 5437 karar sayılı ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4.5.1960 gün 2/24 esas ve 24 karar sayılı ve 21.2.1968 gün 2/1510 esas 99 karar sayılı kararları arasında içtihad aykırılığı bulunduğu ve bu aykırılığın İçtihatların Birleştirilmesi yoluyla giderilmesi gerektiği, İkinci Hukuk Dairesi Başkanı tarafından Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirilmesi üzerine Yargıtay Kanununun 20. maddesinin 2. fıkrası hükmü gereğince Yargıtay Başkanlık Divanı işi incelemiş ve içtihadın birleştirilmesi yoluna gidilmesi gerektiğine karar vermiş olduğundan Yargıtay Birinci başkanığınca Yargıtay Kanununun 18. ve 19/7. maddeleri uyarınca Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun 11.3.1974 günü saat 09,00’da toplanması uygun görülmüş ve böylece yapılan toplantı ve görüşmeler sonucunda İkinci Hukuk Dairesi ile Hukuk Genel Kurulu’nun söz konusu kararları arasında içtihad aykırılığı bulunduğuna oybirliği ile karar verilmiş ise de konunun esası bakımından bir görüş doğrultusunda üçte iki oy çoğunluğu elde edilemediği için Birinci Başkanlıkça, uygun görüldüğü üzere ikinci toplantı 1.4.1974 günü saat 09.00’da yapılarak konu görüşülmüştür.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararlarında; mirasçıyı miras hakkından yoksun etmek amacıyla miras bırakanın muvazaalı olarak yapmış olduğu tasarruf işlemlerinin iptalini dava etmek hakkı, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın tüm mirasçılara tanınmış ve tenkis ve mirasta iade ile ilgili hükümleri aslında geçerli tasarruflar için uygulanabileceği açıklanmıştır. Yargıtay İkinci Hukuk airesi kararlarında ise böyle bir dava hakkı tanınmamış; sadece saklı pay sahiplerinin Medeni Kanunun 507. maddesinin 4. fıkrası gereğince tenkis davası açabilecekleri ve miras bırakanın bu davranışının Medeni Kanunun 603. maddesinin 2. fıkrası gereğince o taşınmazı iade etmekten ayrık tuttuğu anlamına geldiği kabul edilmiştir. İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nda konu, sadece sevk edildiği olayla sınırlı olarak ele alınmıştır. Daha açık bir deyimle; tasarruf işleminin tapu sicilinden kayıtlı olan, taşınmaz malın, görünüşte satış ve gerçekte ise hibe biçiminde oluştuğu olayıyla sınırlandırılmıştır.

Görüldüğü gibi Hukuk Genel Kuruluyla İkinci Hukuk Dairesi kararları arasında temelde yer alan uyuşmazlık, dava hakkının varlığında toplanmaktadır. Bu nedenledir ki, görüşmeler sırasında muvazaa iddiasının ispatı ve ispat biçimi, İçtihadı Birleştirmenin kapsamı dışında kaldığı kabul edilmiştir.

Gerek İkinci Hukuk Dairesi Başkanlığının düşünce yazılarında, gerekse görüşmeler sırasında, Hukuk Genel Kurulu kararlarına karşı ileri sürülen görüş özetle şu gerekçelere dayanmıştır:

“a- Borçlar Kanununun 18. maddesinde yer alan akdin yorumu ve muvazaa ile Medeni Kanunun 507/4. maddesine dayanan saklı pay sahibi mirasçıya tanınmış olan tenkis davası hakkı, ayrı ayrı hukuksal müesseselerdir. Bir akitten doğan hukuk bağı, yalnız o aktin taraflarını ve onların külli haleflerini bağlar. Bir aktin tarafı olmayan kimse, başkalarının yaptığı akte dayanarak onlar arasında doğan hukuk bağının açacağı davaya dayanak yapamaz. Hal böyle olunca Borçlar Kanununun 18. maddesine göre mirasçıların muvazaa iddiasında bulunmaları olanaksızdır. Muvazaa iddiası ancak sözleşmenin tarafı olan kimse ya da külli halefi tarafından ileri sürülebilir. Bu ilkenin ayrık halleri kanunda sınırlı olarak gösterilmiştir. (Örneğin: İcra ve İflas Kanununun 277 ve Medeni Kanunun 690. maddeleri).

b- Miras hukukunun özellikleri nedeniyle Medeni Kanunun 507/4. maddesinde getirilen hüküm, özel bir hüküm niteliğini taşır. Oysa ki, Borçlar Kanununun 18. maddesi hükmü, genel hüküm niteliğindedir. Özel hüküm varken genel hükme gidilemez. Bu nedenle dava hakkının varlığı, biçimi ve sınırı Medeni anunun 507/4. maddesi hükmü çevresinden çizilmek gerekir.

c- Medeni Kanunun 508. maddesinde iyi niyetli kişi; o şeyi elinden çıkarmışsa, ölüm gününde elinde kalan değer tenkise esas olur hükmü yer almıştır. Muvazaalı işlemlerde iyi niyet söz konusu olamayacağına göre 507/4. maddesinin muvazaayla ilişkisinin bulunmadığı kendiliğinden ortaya çıkar.

d- Medeni Kanunun 507/4. maddesinin dayanağı, ölenin son arzularına saygı ilkesidir. Bu tür olaylarda Borçlar Kanununun 18. maddesi hükmü gereğince dava hakkı tanındığı takdire bu ilke zedelenmiş olur.

e- Hukuk Genel Kurulu kararlarında yer alan temel gerekçe, gizli akdin biçim koşulu gerçekleşmediğinden geçersiz olduğu doğrulusunda 7.10.1953 gün 8/7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında yer alan gerekçedir. Oysa ki, gizli akit şekle bağlı olsa dahi geçerlidir. Nitekim 27.3.1957 gün ve 12/2 sayılı şuf’a ile ilgili İçtihadı Birleştirme Kararı ile bu görüş benimsenmemiştir.

f- Gerçekte mirasçının bağışlamak istediği taşınmazını, Tapu Memuru önünde satmış gibi ifade eden kişinin u davranışı Medeni kanunun 603. maddesinin 2. fıkrası gereğince o taşınmazı iadeden ayrık tutmak istediği anlamına gelir.”

Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanan muvazaa ile Medeni Kanunun 507/4. maddesine dayanan tenkis davasının ayrı ayrı hukuk müesseseleri olduğu yönünden görüşler arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Medeni Kanunun 5. maddesi hükmünce sözleşmelerin doğumuna, hükümlerine ve sükutu nedenlerine ilişkin olup Borçlar kısmında yer alan genel kuralların medeni hukukun diğer kısımlarında da uygulanması öngörülmüştür. O halde Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri arasında yer alan 18. maddenin miras hukukunda da uygulanması doğaldır.

Miras hükümleri arasında bu kuralı engelleyecek bir hükme de yer verilmemiştir. Medeni Kanunun 507/4. maddesinin miras kısmında yer alması, mirasçının Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanan dava hakkını engelleyecek bir sonuç doğurmaz. Yukarıda değinildiği üzere, her iki maddenin ayrı ayrı hukuk müesseselerini düzenlemiş olması karşısında sorunun başka türlü düşünülmesi de olanaksızdır. O halde Borçlar Kanununun 18. maddesinin miras ile ilgili sözleşmelerde de uygulanması gerekir.

Karşı görüşte belirtildiği gibi muvazaalı satış işlemiyle miras hakkından yoksun edilen kimse külli halef olarak değil, doğrudan doğruya üçüncü kişi olarak dava açmak hakkına sahiptir. Çünkü bu üçüncü kişinin hakkı, miras bırakanla alıcı tarafından birlikte yapılan hukuk işlemiyle çiğnenmiştir. Böyle bir durumda üçüncü kişinin dava hakkının varlığı, kanunda belli konulara hasredilmemiştir. İsviçre Federal Mahkemesi de kararlı içtihadlarıyla konuyu bu doğrultuda çözüme bağlanmıştır.

Muvazaa nedeniyle satış sözleşmesi geçersiz sayılsa bile gizli hibe akdi geçerli olacağından mirasçının Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak açacağı davada yarar bulunmadığı ve bu nedenle bir sonuç doğurmayacağı düşüncesini de kabul etmek olanaksızdır. Gerçekten böyle bir davayı açacak kimsenin, davada yararının bulunması zorunludur. Ve ilke olarak da gizli akit geçerlidir. Ancak gizli aktin geçerli sayılabilmesi için tüm koşulların oluşmuş olması zorunludur. İçtihadı Birleştirmeye konu, tapuda kayıtlı bir taşınmaz malın muvazaalı olarak satışıdır. Böyle bir durumda gizli akdin geçerli sayılabilmesi için gzili akit, biçim koşuluna (şekil şartına) bağlı ise biçim koşulunun da gerçekleşmiş olmasında zorunluluk vardır. Aksi durumda hibe sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Çünkü Tapu Memuru önünde açıklanan irade, bir ivaz karşılığı mülkiyetin aktarılması iradesidir ki, sadece bu iradeye resmiyet verilmiştir. Satışa ilişkin resmi işlemin gizli akti de içine alacağı kabul edilemez. Nitekim İsviçre Federal Mahkemesi’nin kararlı içtihadları ve yerli ve yabancı bilimsel hakim görüşler de bu doğrultuda yerleşmiştir. Ayrıca 7.10.1953 gün 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında bu temel görüş benimsenmiştir. Sonradan çıkarılan 27.3.1957 gün ve 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ise, şuf’a ile ilgilidir. Görüşmeler sırasında ileri sürüldüğü gibi bu karar, 1953 günlü İçtihadı Birleştirmenin kabul ettiği ilkeyi de bozmamıştır. Sözü edilen 27.3.1957 günlü İçtihadı Birleştirme Kararında: Şuf’a yükümlüsü taşınmaz sahibinin yaptığı satış akdinin, aslında hibe olduğunu iddia etmesi karşısında böyle bir dava hakkının bulunduğu ve ispatlandığı takdirde şuf’a hakkının varsayılamayacağı belirtilmiştir. Burada hibenin geçerliliği değil satım sözleşmesinin geçerliliği ele alınmıştır. Hiç kuşkusuz böyle bir olayda hibenin de geçerliliği ileri sürülmüş olsa, hibe sözleşmesi de geçersiz olacağından taşınmaz şuf’a yükümlüsüne geri döner ki, Şuf’a hakkı bakımından sonucun değişmeyeceği doğaldır.

Borçlar Kanununun 18. maddesine göre mirasçıya tanınacak iptal davası hakkının, Medeni Kanunun 507/4. maddesinin uygulanmasına yer bırakmayacağı doğrultusundaki düşünceleri de kabul etmek olanaksızdır. Çünkü Medeni Kanunun 507/4. maddesindeki dava hakkı, aslında geçerli işlemler için tanınmış bir dava hakkıdır. Borçlar kanununun 18. maddesine dayanan dava hakkı ise işlemin aslında geçersizliği nedenine dayanır; onun içindir ki Medeni Kanunun 508. maddesinde iyi niyetli olan ve kendisine teberruda bulunulan kimse korunmuştur.

Miras hukuku, miras bırakanın iptali mümkün ölüme bağlı tasarruflarında bile onun son arzularına değer vermemiştir. (Medeni Kanunun Md. 499 ve 500.) ölenin son arzularına saygı ilkesi ancak onun hukuka uygun tasarrufları için söz konusudur. Bu bakımdan miras hukukunda ölenin son isteklerine saygısızlık gibi bir düşünce de kabul edilemez. 

Medeni Kanunun 603. maddesi hükmü de aslında geçerli tasarruflara karşı mirasçıların miras payını diğer mirasçılara karşı koruyan bir hükümdür. Geçersiz tasarruf miras payına etki yapmayacağından, mirasçının bu hükme dayanmasında bir yarar yoktur. Böyle bir tasarrufla miras bırakanın açığa vurulan iradesi de hukukça değer taşımaz.

Bu nedenlerle Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin görüşünü ve o doğrultuda ileri sürülen karşı görüşleri kbul etmek olanağı bulunmamıştır.

Sonuç: Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında Tapu Sicil Memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklanmış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmaın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi.

Mirastan Mal Kaçırma Davasında Avukat İle Takibi

Hukukumuzda davaların avukat aracılığı ile açılması kural olarak zorunlu değildir. Ancak bir davanın kazanılabilmesi için yalnızca haklı olmak yeterli olmayacaktır. Avukat, vatandaşın mahkeme huzurundaki vekilidir. Davanın açılmasından itibaren birçok usul kuralının yerine getirilmesi gerekir. Davanın ispatına yarayacak olan delillerin usul hukuku kurallarına uygun olarak mahkemeye sunulmalıdır.

Aynı zamanda dosyadaki tüm gelişmelerin takip edilmesi önemlidir. Ara kararların yerine getirilmesi gerekir. Dosyanın eksiksiz şekilde tekemmül edebilmesi için sıkı bir şekilde takibi önemlidir.

Avukatlar, profesyonel olarak davalarla ilgilenmektedir. Bu süreçlerin usul hukukuna uygun olarak sıkı bir şekilde takip edilmesini sağlamaktadırlar. Avukat, müvekkillerinin ek hiçbir işlem yapmasına gerek kalmadan davaları başından sonuna kadar takip etmektedirler. Buna istinaf ve temyiz aşamaları dahildir. Dava süreçlerinin tamamen avukat tarafından profesyonel şekilde takip edilebilmesi için avukata vekaletname verilmelidir. Yazımızın konusunu oluşturan gayrimenkul davası için uzman bir gayrimenkul avukatına danışılması önemlidir. Böylece olası problemlerin önüne geçilmesini sağlanır. Fethiye gayrimenkul avukatı, Fethiye miras avukatı, davayı usul kurallarına uygun bir şekilde yürütecek. ve nihayete erdirecektir.

Muris Muvazaası Davası Masrafı

Davaların açılabilmesi için belirli bir harcın ve gider avansının dosyaya yatırılması gerekmektedir. Dava masrafları her davada değişkenlik göstermektedir. Bazı davalarda, dava konusu malvarlığı değeri üzerinden nispi (oransal) harç alınır. Bazı davalarda ise matbu (sabit) harç söz konusudur. Hangi davada hangi harç türünün geçerli olduğunun tespiti önemlidir. Hangi davada ne kadar harç yatırılacağına dair uzman bir gayrimenkul avukatı desteği alınmalıdır.

Muris muvazaası sebebiyle tapu iptal ve tescil davalarında nispi harç ödenmektedir. Harç oranı, gayrimenkulün değerine göre değişmektedir. Bu harç, dava konusu olan gayrimenkulün değeri üzerinden oranlanır.

Dava harcı haricinde farklı giderler mevcuttur. Tebligat gideri, keşif gideri, tanık gideri, bilirkişi ücretleri gibi giderler karşılanmalıdır. Bu sebeple dava dosyasına bir miktar gider avansı yatırılması gerekecektir. Yargılama sürecinde yukarıda sayılan sebeplerle gider avansı ikamesi yapılması gündeme gelebilmektedir. Mirastan mal kaçırma davası masraflarının belirlenmesi için uzman bir gayrimenkul avukatından destek alınabilecektir.

Muris Muvazaası Davası Avukat Ücreti

Açmak istediğiniz davanın veya tarafı olduğunuz davanın konusuna göre avukatlık ücreti değişebilecektir. Her davanın iş yükü ve çalışma süreci birbirinden farklıdır. Avukatlar, Türkiye Barolar Birliği tarafından belirlenen Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin altında bir ücret karşılığında iş üstlenemezler. Fethiye gayrimenkul avukatı olarak müvekkillerin koşullarına uygun olarak çeşitli ödeme imkanları sağlanmaktadır. Müvekkilin tatmin olacağı şekilde uygun çözümler üretilmektedir.

Mirastan mal kaçırma davası avukat ücreti hakkında Fethiye gayrimenkul avukatı , Fethiye miras avukatı ile görüşmek için. Hizmetlerimizle ilgili daha kapsamlı bilgiye ulaşmak ve gayrimenkul hukuku ile ilgili problemleriniz hakkında ofisimize başvurmak için. info@kocatepe.av.tr adresine mail gönderebilir, 0506 773 3969 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Sitemizin iletişim kısmından bize ulaşarak Fethiye gayrimenkul avukatı çalışmaları ile ilgili daha detaylı bilgi edinebilirsiniz.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir